Hazır | Konular | Kitaplar

Gravür Nedir?, Nasıl Yapılır?

Gravür Nedir?, Nasıl Yapılır?

Fransızca "Gravure" sözcüğünden alınan gravür, kazıma resim sanatı demektir.


Ağaç, metal ve muşamba gibi çeşitli materyal üzerine kazınarak ya da taş üzerine yağlı kalem ile işlenerek ve baskı ile elde edilen resim ya da yazıya "gravür" adı verilmektedir.

Gravür sanatı, çinko, bakır, madeni veya tahta ya da linolyum (=muşamba) gibi plakalara kazıma tekniğini içerir ve kazınan resimlerin kağıda basılması ve çoğaltılmasıyla elde edilir.

Tarihçe :

Grafik sanatların bir kolu olan ve Osmanlıca’da “ hakk “ (=kazıma-kabartma) sözcüğü ile ifade edilen resim tekniğinin, XV. yüzyılda, Hollanda'da başladığı sanılıyor.

Daha sonra diğer coğrafyalara yayılan bu sanat, Almanya başta olmak üzere tüm Avrupa'da yapıla gelmiştir.


Gravür, sanatın gelişmesinde önemli etkisi olan bir baskı tekniğidir. Bu teknik kitaplardan önce resimlerde kullanılmıştır. Üstüne aziz resimleri ve dua metni basılan yapraklar, hacılara ya da kilise dışında dua etmek isteyenlere dağıtılmıştır.

İlk bilinen gravürler XV. yüzyılda Ren kıyılarında ağaç üzerine kazınarak yapılmış olan figürlerdir. XV. Yüzyılda Alman Albert Dürer, ağaç ve bakır üzerine yaptığı gravürlerle tanınır. Ünlü ressamlar Albrecht Dürer ve Rembrandt ilk dönem gravürlerin en güzel örneklerini vermiştir.

Böylece fotoğrafın henüz icat edilmediği yıllarda, gravürler ile mekanların, duyguların ve yaşantılardan kesitlerin insandan insana, nesilden nesile aktarılabilmesi mümkün olmuştur.

İtalya'da Marca Antonio, maden üzerine çelik uçla kazıyarak yaptığı eserleriyle bilinir. Fransa'da gravür sanatının ilk temsilcisi Jean Duvet'tir.

XVI. Yüzyılda Avrupa'da çok ünlü gravür sanatçıları yetişmiştir. Thomas Leu, Robert Monteuil, Andran'lar, Jean Pesne, Edelinck, Callot, Claude ve Brebiette bunlardandır.

Ressam Rubens renkli gravürü ile tanınırken, Rembrandt, bakır üzerine yaptığı desenlerde büyük ifade gücüne ulaşmıştır.

XVI. yüzyılda, Batılı’nın Doğu’ya, dış dünyaya kapalı Osmanlı sarayına, hareme ve bu büyük imparatorluğun hüküm sürdüğü topraklara ve buradaki yaşam tarzına olan ilgisi artmaya başlamıştır.

Vezirler, haremağaları, güzel kadınlar, oryantalist sanatçıların baş kahramanları haline gelmiştir. Avrupalı kadınlar, kendilerini türk kostümleriyle resmettirmişlerdir.

Bin bir gece masalları gibi doğu klasikleri batı dillerine çevrilmiştir. XVII. ve XVIII. yüzyıllarda bu merak artarak devam etmiştir.

İstanbul’da bulunan diplomatlar ve seyyahların burada yaptıkları çizim ve çalışmalar, Avrupa’da büyük ilgi görmüştür. Kültürel, askeri ve ticari nedenler sonucu, kapalı Osmanlı İmparatorluğu yüzünü Batı’ya çevirmiş, Batı toplumu da, Doğu’daki bu toplumun kendisine sunduğu egzotizmi benimsemiştir.

XVIII. Yüzyılda gravür sanatı gelişmiş ve renkli ağaç baskılar dünya üzerinde görülmeye başlamıştır. Bu sanat Japonya'da da ileri gitmiş ve Avrupalı sanatçıları etkilemiştir.

Türkiye'de II. Abdülhamit devrinde azınlıklar ve daha önceleri Avrupa ülkelerinin elçileri tarafından başlatılan gravür sanatı, saray çevresinde gelişmiştir.

XVII. yüzyıl ve daha sonraları, özellikle İstanbul'u tasvir eden batılı elçi ve gezgin sanatçılar, çok sayıda renkli ve siyah-beyaz gravür çalışması yapmışlardır.

Bu çalışmalar, Avrupa ve ABD kütüphanelerinde nadir eserler olarak korunmaktadır.

Gravürler, sanat değeri taşımalarının yanında, yapıldığı dönemdeki kentleşmeyi, kültürel ve sosyal hayatı, doğal çevreyi yansıtarak, değişimleri izlememizde bize yardımcı olmakta ve önemli birer belge niteliği taşımaktadırlar.

İstanbul, İzmir ve diğer büyük merkezleri gravürlerle tasvir eden belli başlı sanatçılar şunlardır:

Jean-Baptiste van Mour, Antoine Ignace Melling, Eugene Flandin, Thomas Allom, William Bartlett, Gaspare Fossati, Louis-François Cassas, Joseph Schranz, Germain-Fabius Brest, Amadeo Pireziosi ve CarI Gustaf Löwenhielm.

İstanbul ve çevresinin tarihini, mimarisini, yaşayışını, hayatın pek çok detaylarıyla tasvir etmişlerdir.

İstanbul'da, azınlıklar, evlerindeki özel preslerle gravür baskıları yaparken, Türkler de bu sanata ilgi duymuş ve çeşitli baskılar gerçekleştirmişlerdir.

Fakat, bunların yaptıkları baskılar konusunda belge mevcut değildir.

Bilinen ilk gravürler, Osman Hamdi Bey'in açtığı Güzel Sanatlar Akademisi’nde taş baskı yöntemiyle yapıldı.

Yapılan bu gravürlerin en iyi örnekleri Ressam Hoca Ali Rıza'nın yaptığı çalışmalardır.

XIX. yüzyıldan itibaren gravür sanatçıları en parlak dönemlerini yaşamış, Avrupa’da egzotizm ve oryantalizm modasını besleyecek eserler vermek için adeta kıyasıya yarışmışlardır.

Thomas Allom, II. Mahmut döneminde İstanbul’da bulunmuş en ünlü sanatçılardan biridir.

XIX. yüzyılda sanayi devrimi sonucu değişen dünya ile birlikte, insanların önünde yeni ufuklar açılmış, yapılan yeni keşiflerle hayat kolaylaşmaya başlamış, mesafeler kısalmış, haberleşme hızlanmıştır.

Hızla gelişen bu düzen içinde, gerçeği olduğu gibi gözler önüne seren, ele alınabilir bir obje olarak, fotoğraf bulunmuş ve gravürlerin yerine almaya başlamıştır.

Cumhuriyet döneminde, 1937'de, Güzel Sanatlar Akademisi’nde açılan gravür atölyesinde, ilk Türk gravürcüleri yetiştirildi.

Burada metal plakalar üzerine, iksilografi [Resim Basma] ve litografi [Yazı Basma] çalışmaları başlatıldı. Sabri Berkel özellikle gravür çalıştı.

Daha sonra Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eren Eyüboğlu, Nevzat Akoral, Cemal Tollu Turgut Zaim ressamlar da gravür çalıştılar.

Bunlar arasında sayılmayan ve gravür sanatında isim yapan sanatçılar ise Muzaffer Aslıer, Aliye Berger, Muammer Bakır, Gündüz Gölönü ve Mustafa Plevneli'dir.