Hazır | Konular | Kitaplar

Dil ve Anlatım Ödevi: Öyküleyici Anlatım Örnekleri

Dil ve Anlatım Ödevi: Öyküleyici Anlatım Örnekleri

Türkçe'de anlatım tekniklerinden biri de öyküleyici anlatımdır.

Bu anlatım da, anlatılanlar hikayeleştirilmekte, peşi sıra olay zinciri kurularak yaşananları anlatma tarzı bu anlatıma çok hakimdir.

Yani, öyküleştirme diğer adıyla hikayeleştirme vardır.


Örneklerle daha iyi anlaşılacaktır.



ÖYKÜLEYİCİ ANLATIM ÖRNEKLERİ


Ateş oyunları arasında daha büyükleri, hatta kazalara yol açanları vardı. Baruttan gemiler, kuleler yapılarak şenlik yerine taşınır, burada bunlara ateş verilir, büyük patlamalarla yanıp tutuşmaları zevkle seyredilirdi. Ağzından ateş püsküren ejderhalar, tekerlekler üstünde halk arasında gezdirilir, görenler kaçar, seyredenler gülerdi.
________________________________________
On altıncı katta asansörden indik. Bana odayı gösterecek çocuğun peşlinden yürüyordum. Çocuk kısa bir koridoru geçti, bir odanın önünde durdu. Ben de durdum. Kapıyı açtı, içeri girdik. Perdeler sıkı sıkıya kapalı. Çocuk perdeleri açıp dışarıyı göstermek istedi. Engel oldum. Lambaları yaktı. Banyonun kapısı açtı. Bir şey isteyip istemediğimi sordu. İstemediğimi söyledim. Haşişini verdim, gitti.
________________________________________
Ağır adamlarla kahveye girdi Hasan.Olanları düşündü bir süre.Otursam mı oturmasam mı diye bir tereddüt geçirdi.Sonra oturdu bir köşeye isteksiz.Babadan kalma tütün tabakasını çıkardı,kalınca bir sigara sardı.Öyle dalmıştı ki masasına konan çay bardağının sesi bile dikkatini çekmemişti
________________________________________
Bir zamanlar bakırcılar, bakırı ateşe tutarlar, çekiçle döverek tencere, tava, güğüm yaparlardı.Ketenler, ahşap tezgâhlarda elle dokunur, mekikleri göz nuruyla sarılırdı.Taş, elle yontulurdu. Kireç taşı, odun ateşi ve insan emeğiyle yakılıp kireç yapılırdı; tuğlanın çamuru ayakla çiğnenirdi
________________________________________
Tilki, yol başında durmuş etrafı gözetliyor muş. Karşıdan yaman bir kurtla bir çoban köpeğinin güle oynaya geldiklerini görmüş. Yanlarına gidip dostluklarının gerekçesini sormuş. Köpek: "Dün bu kurt bizim sürüye saldırdı. Birkaç koyunu boğazladı. Arkasından koştum; ama yetişemedim. Çoban da beni evire çevire dövdü. Ben de gidip eski düşmanımla dost oldum... Dostluğumuzun gerekçesi çobandır." demiş.
________________________________________
Kartaca-Roma Savaşı'nın sonunda Roma ordusu galip gelir. Roma komutanı büyük bir törenle Kartaca'ya girer. Tam bu sırada bir kadın: "Komutanı görmek istiyorum!" diye bağırır. Muhafızlar onu uzaklaştırmaya çalışırken komutan: "Buraya getirin onu!" diye emir verir. Kadın komutanın yanma getirilir. Komutan kadına isteğini sorar. Kadın, orada bulunan askerlerden birini işaret ederek: "Bu askeriniz savaş sırasında çocuklarımın elindeki son mısır ekmeği dilimini ellerinden alarak yedi ve çocuklarımın ölümüne neden oldu. Bu askerin cezalandırılmasını istiyorum." der. Komutan: "Bak, der, yalan söylüyorsan ölürsün." Kadın iddiasında ısrar edince komutan kılıcını çeker, askerin karnını yarar ve kadına dönüp haklıymışsın." Der
________________________________________
Türkiye'ye gelen sanatçımız, soluğu Kapalıçarşı' da alır. Buradaki esnafla haşır neşir olur. Türkçeyi epey ilerletir. Amacı, Kapalıçarşı'nın yağlıboya resimlerini yapmaktır. Amacına ulaşır. Hatta bu yağlıboyalarını sergilediği üç ayrı sergi açar İstanbul'da. Kapalıçarşı'nın yıllardır oradaki esnafa bile yabancı gelen, gizemli taraflarını tablolaştırır. Bir başka deyişle çarşının yerlileri sanatçının tuvallerinde tanırlar mekânlarını, dükkânlarını.
________________________________________
Yatağın altında yeşil, tahtadan bir sandık duruyordu. Onu açtım. Az daha sevincimden haykıracaktım. Annemin bir hafta önce İstanbul’dan gönderdiği hediyeler içinde çıkan kaşağı pırıl pırıl parlıyordu. Hemen kaptım. Tosun'un yanına koştum. Karnına sürtmek istedim. Rahat durmuyordu. Galiba acıtıyor, dedim. Gümüş gibi parlayan bu güzel kaşağının dişlerine baktım. Çok keskin çok sivriydi. Biraz köreltmek için duvarın taşlarına sürtmeye başladım. Dişleri bozulunca, tekrar denedim. Atların hiçbiri durmuyordu. Kızdım. On adım ilerideki çeşmeye koştum.
________________________________________
Ayakkabıcı, iskemlesine oturdu. Hasan da merakla karşısına geçti. Şaşarak eğlenerek seyrediyordu. Tamirci, kartona benzeyen kalın deriyi iki tarafı keskin incecik, sapsız bıçağıyla kesti. Ağzına bir avuç çivi doldurdu. Sonra bunları ağzından çıkarıp ayakkabıların altına çabuk çabuk mıhladı. Deri parçalarını pis bir suya koyup ıslattı. Mundar çanaktaki macuna parmağını daldırıp tabanlara sürdü. Hasan bunların hepsine dikkatle bakıyordu. Susuyor ve bakıyordu
________________________________________
Âdem ile büyük oğlu elektrik ustası Yusuf ellerindeki birer lahmacunun son lokmalarını merdivenleri çıkarken çiğneyip yuttular. Bu sebepten merdiven başına vardıkları zaman biraz nefesleri kesilir gibi oldu. O tıkanıkla ikisi birden Osman Efendi'nin tepesine dikildiler ve ihalenin saatini sordular. Osman Efendi üstten alarak "Bekleyin şurada." dedi.