Hazır | Konular | Kitaplar

Helal-Haram Mevzusu ve Şüpheli Şeylerden Kaçınmak

Helal-Haram Mevzusu ve Şüpheli Şeylerden Kaçınmak


Bu mevzuyu anlatan bu yazı, "tamamen İslam"a göre; ayet, hadis ve Ehli Sünnet Alimlerin Fıkhi İctihadları muvacehesinde hazırlanmıştır.


HELAL-HARAM VE ŞÜPHELİ ŞEYLERE DİKKAT


İnsan oğlu eşref-i mahluk olarak yaratılmış, başıboş ve gayesiz “İnsan sanır mı ki başı boş bırakılacaktır?

”1 اَيَحْسَبُ الْاِنْسَانُ اَنْ يُتْرَكَ سُدًى bırakılmamıştır.

ayet-i kerimesi bu hususun şahididir.



Dünya-ahiret saadeti için helaller, haramlar beyan edilmiş, haram kılınan her şeyin habîs ve murdar, helallerin ise aslında temiz ve kulların menfaatine olan şeyler olduğu peygamberler ve onlara gönderilen ilahi kitaplar vasıtasıyla bildirilmiştir.


Bu husus Ayet-i Kerimelerde şöyle ifade buyrulur:
وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَآئِثَ
“…(o peygamber) temiz hoş şeyleri onlara helal, murdar şeyleri üzerlerine haram kılar…”2


يَا أَيُّهَا النَّاسُ كُلُواْ مِمَّا فِي الأَرْضِ حَلاَلاً طَيِّباً
“Ey insanlar yeryüzündeki şeylerden helal tertemiz olanlarını yiyiniz”3

يَسْأَلُونَكَ مَاذَا أُحِلَّ لَهُمْ قُلْ أُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَا ت
“Sana soruyorlar kendileri için helal kılınan ne? De ki, sizin için bütün temiz nimetler helal kılınmıştır.”4


قُلْ مَنْ حَرَّمَ زِينَةَ ال لهِ الَّتِيَ أَخْرَجَ لِعِبَادِهِ وَالْطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِ
“De ki, Allah’ın kulları için ortaya çıkardığı ziyneti, temiz ve hoş yiyecekleri kim haram kılmış?”5


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تُحَرِّمُواْ طَيِّبَاتِ مَا أَحَلَّ اللّهُ لَكُمْ
“Ey iman edenler Allahın size helal kıldığı nimetlerin temizlerini kendinize haram kılmayınız!”6


Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar: “Allah güzeldir. Ancak güzel şeyleri kabul eder.


Allah peygamberlerine emrettiğini müminlere de emretti. Hak Teala şöyle buyurur: يَا أَيُّهَا الرُّسُلُ كُلُوا مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَاعْمَلُوا اََلِحاً نِِِّي
بِمَا تَعْمَلُونَ عَلِيم “Ey Rasüller! Helal ve temiz şeylerden yiyin ve güzel işler işleyin.”7 Yine: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُلُواْ مِن طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُم

“Ey iman edenler, size kısmet ettiğimiz rızıkların en temiz olanlarından yiyin.”8 Bu ayetleri okuduktan sonra Efendimiz (s.a.v.), uzun yolculuğa çıkmış, dağınık, üstü başı perişan ve “Ya Rabbi Ya Rabbi” diye dua etmekte olan bir adamı zikrederek “Onun yediği haram, içtiği haram, giydiği haram ve haram ile beslenmiş. Böyle bir kimsenin duası nasıl kabul olunur.”9 buyurmuştur.



A- HARAMLARDAN SAKINMAK


İmandan sonra en büyük mükellefiyet, farzları eda etmek ve haramlardan sakınmaktır.


Vücudu hastalıklardan korumak, onu tekamül ettirmekten daha önce gelir. Temizlenmeden, süslenme; çamurlu ayakkabıyı boya sürerek kapatmak gibidir.


Salih amellerin neticesi, İtikadî lekelerden temizlenmek, sevapları yiyip bitiren haramlardan sakınmakla elde edilir.



Abdullah bin Ömer (r.anhüma.): “Namaz kılmaktan yay gibi, oruç tutmaktan çöp gibi kalsanız da, haram ve şüpheli şeylerden kaçınmazsanız, Allah o ibadetleri kabul etmez.”10 buyurmuşlardır.


Mecelle’nin mukaddimesinde “Derü’l-mefâsidi evlâ min celbi’l-menâfi’i’ hükmü geçmektedir. Kötülükleri ve zararları def etmek, onlardan korunmak, menfaat celb etmekten, iyilik yapmaktan daha faziletlidir.
Bu hususta Peygamber Efendimiz ( s.a.v.) şöyle buyurur:
مَنِ اشْتَرَى ثَوْبًا بِعَشْرَةِ دَرَاهِمَ فِى ثَمَنِهِ دِرْهَ م حَرَام لَمْ يَقْبَلِ اللَّهُ لَََاتَهُ مَادَامَ عَلَيْهِ مِنْهُ شَىْ ء
“Bir kimse on akçeye bir elbise alsa, o on akçenin bir tanesi haram olsa, o elbise o kişinin üstünde kaldığı müddetçe kıldığı namaz kabul olunmaz.”11



Diğer bir Hadis-i Şerif’te de: “Kişinin Allah için haramlardan sakınması, onun Allah yolunda cihat etmesinden daha hayırlıdır.” buyurulmuştur. Bu Hadis-i Şerif’i izah eden âlimler; “Allah yolunda cihat, farzdır. Ancak haramlardan sakınmak zordur ve nefisle olan cihattır. Nefisle olan cihat ise en büyük cihattır.” demişlerdir.
İmam-ı Rabban-i (k.s.) Hz. Mektubat-ı Şerife’de, “Kurtuluşun temeli iki cüz üzerinedir. Emirlere sarılmak ve nehîlerden kaçınmak. Bu iki cüzden daha mühim olanı da kendisinden verâ ve takva diye tabir olunan son cüzdür.12, buyurduktan sonra haramlardan kaçınmanın önceliği ile alâkalı şöyle buyururlar:
وَاْلاِجْتِنَا ب عَ نِ الْمُحَ رمَاتِ عَلَى قِسْ مَيْ نِ : قِ سْم يَتَ عَ لَّ ق بِ حُقُوقِ اللهِ سبْحَانَ ه وَتَعَالَ ، وَقِسْم يَتَ عَ لَّ ق بِ حقُوقِ الْعِبَادِ .
وَرِعَايَةُ الْقِسْمِ الثَّانِ أَهَ م مِ نْ رِ عَايَةِ الْقِ سْمِ اْلأَوَّلِ ، فَإِ نَّ الْحَ ق سُبْ حَانَهُ غَنِ ى عَ لَى اْلإِطْلاَقِ وَأَرْحَ م الرَّاحِمِيَ ،
وَالْعِبَادُ فُقَرَاءُ مُحْ تاَجُونَ وَ بخَ لاَءُ وَلِئاَم بِالذَّاتِ . قَالَ رَ سولُ اللهِ ) لَّى ا لله عَ لَيْ هِ وَسَ لَّمَ ( " مَ نْ كَانَتْ لَهُ مَظْلَ مَ ة
لِِأَخِيهِ مِ نْ عِرْضِهِ أَوْ شَيْ ئ فَ لْيَ تَحَ للْ هُ مِنْ ه الْيَوْمَ قَ بْلَ أَنْ لاَ يَ كُونَ دِينَا ر وَلاَ دِرْ هَ م وَ نِِْ كَ انَ لَ ه عَ مَ ل اََلِ ح أُخِذَ مِ نْ ه
بِقَدْرِ مَظْلَ مَتِ هِ وَ نِِْ لَمْ يَ كنْ لَ ه حَسَنَات أُخِذَ مِ نْ سَ يِّئَاتِ اََحِبِهِ فَ حُمِلَ عَ لَيْ هِ " وَقَالَ أَيْضًا ) لَََّى اللهُ عَلَ يْهِ وَسَ لمَ
( " أَتَدْرُونَ مَنِ الْمُفْ لِسُ ؟ قَ الوُا : اَلْمُفْلِسُ فِ ينَا مَنْ لاَ دِرْ هَمَ لَهُ وَلاَ مَتَاعَ ! فَ قَالَ : ن الْمُفْلِسَ مِ نْ أُمَّتِ مَ نْ يَأْتىِ
يَوْمَ الْقِيَامَةِ بِصَ لاَ ة وَ يََِامٍ وَ زَكَاة وَيَأْتِى قَدْ شَ تَمَ هَذَا وَقَ ذَفَ هَذَا وَأَكَلَ مَالَ هَذَا وَ سَفَكَ دَمَ هَذَا وَضَرَ بَ هَ ذَا
فَيُعْطَى هَ ذَا مِ نْ حَسَنَاتِهِ وَهَذَ ا مِنْ حَسَ نَاتِهِ فَإِنْ فَنِيَتْ حَ سَ نَاتُهُ قَبْلَ أَنْ يُقْ ضَى مَا عَلَ يْهِ أخِذَ مِ نْ خَطَايَاهُمْ فَطُرِحَتْ
عَلَ يْهِ ثُمَّ طُرِحَ فىِ النَّارِ " دَََ قَ رَ سُولُ اللهِ


“Haramlardan kaçınmak iki kısımdır. 1- Allahü Tealanın hakları ile alakalı kısım 2- Kulların hakları ile alakalı kısım.

İkinci kısma riayet birinci kısma riayetten daha mühimdir.


Zira Cenab-ı Hak mutlak zengindir. Merhamet edenlerin en merhametlisidir. Kullar ise fakir, muhtaç ve cimridirler.


Rasülüllah (s.a.v.) Efendimiz “Her kimin üzerinde, kardeşine karşı nâmusundan veya başka şeyden dolayı bir haksızlık bulunursa, dînâr ve dirhemin olmadığı yere varmadan önce, bu günden helalleşsin. (Helalleşmeden giderse) Eğer bu kişi için sâlih amel varsa zulmettiği kadar o amelinden alınır. (Zulmettiği kimseye verilir) Eğer iyilikleri yoksa zulmettiği kişinin kötülüklerinden alınır ve zulmedene yüklenir.” buyurmuştur.


Yine, Rasülüllah Efendimiz (s.a.v.) bir gün meclisinde, Ashâbına şöyle sordu: “Müflis kimdir, bilir misiniz?” Şöyle dediler: “Bizce müflis, parası ve metâı olmayandır.” Bunun üzerine Rasülüllah (s.a.v.) Efendimiz: “Ümmetimden müflis odur ki, kıyamet günü; namaz, oruç ve zekatla gelir.


Halbuki falana sövmüş, falana iftira atmış, falancanın malını yemiş, falanın kanını akıtmış, falanı da dövmüştür.


Bunun üzerine, kendisinin hasenâtından ona buna verilir. Üzerinde bulunan haklar bitmeden, kendi hasenâtı tükenirse, o zaman onların hatalarından alınır, kendisine yüklenir. Daha sonra, doğru cehenneme atılır.”13 buyurmuştur



İbnü’l-Kümeyt nâmında bir zattan şöyle nakil olunmuştur: “Bir gece yatsı namazında, mescidimizin imamı Zilzâl Suresi’ni okumuştu. Namaz bitmiş, mescit boşalmıştı. Mescidin kandilini söndüreceğim sırada, İmam-ı Âzam Hazretlerinin tek başına bir köşede oturarak, sadrının harâretiyle korku içinde teneffüs ettiğini ve okunan ayet-i kerimelerle alakalı gayet hüzünlü bir tefekküre daldığını gördüm. Huzurunu bozmamak için, zaten yağı bitmek üzere olan kandili kapatmadan mescitten dışarı çıktım. Sabah ezanını okumak üzere mescide doğru yaklaştığım sırada, baktım ki kandil hala yanıyor! Taaccüp ederek içeri girdim. İmam-ı Âzam hala oradaydı. Onun hürmetine Allah kandili söndürmemişti. Ayakta kıbleye karşı dönmüş, sakalını eliyle kavramış Hz. Allah’a;
يَا مَنْ يَجْزِي بِمِثْ قَالِ ذَرَّ ة خَيْ رًا خَيْرًا
وَياَ مَنْ يَجْزِي بِمِ ثْقَالِ ذَ رَّ ة شَ رًّا شَرًّا
اَجِرِ النُّعْمَانَ عَبْ دَكَ مِ نَ النَّارِ وَمَا يَقْ ربُ مِنْهَا
وَاَدْخِلْهُ فِ سَعَ ةِ رَحْمَ تِكَ
“Ey kullarının zerre miktarı dahi olsa, hayır işlerini hayırla ve ey kullarının zerre miktarı dahi olsa, şer işlerini şer ile karşılıklarını veren Allahım! Numan kulunu cehennem azabından ve ona yaklaştıracak olan amellerden himaye eyle, rahmetinin genişliğine dahil eyle.’ diye yalvarıyordu. İleriye varınca beni gördü. ‘Kandili almak mı istersin?’ dedi. ‘Hayır efendim, sabah namazı için ezan okudum’ deyince ‘Öyle ise bu gördüğün ahvali gizle, kimseye söyleme’ dedi ve yatsı abdesti ile, herkesle beraber sabah namazını kıldılar.”14
B- HELAL TALEBİ
Peygamber Efendimiz (s.a.v.):
طَلَبُ الْحَلَالِ فَرِيضَ ة عَلَى كُلِّ مُسْلِمٍ
“Helalı istemek ve aramak bütün müslümanlar üzerine farzdır”15 buyurarak mükellefiyetimizi haber vermiş;
مَنْ اَكَلَ الْحَلَالَ اَرْبَعِيَ يَوْمًا نَوَّرَ اللَّهُ قَلْبَهُ وَ اَجْرَى يَنَابِيعَ الْحِكْمَةِ
مِنْ قَلْبِهِ عَلَى لِسَانِهِ

“Bir kimse kırk gün helal yese Allahü Teâlâ onun gönlünü nurla doldurur ve onun gönlünden diline hikmet pınarlarını açar”16 hadis-i şerifleriyle dünyadaki kazancımızın büyüklüğünü;
مَنْ سَعَى عَلَى عِيَالِهِ مِنْ حِلِّهِ فَهُوَ كَالْمُجَاهِدِ فِى سَبِيلِ اللَّهِ وَ مَنْ طَلَبَ الدُّنْيَا حَلَالًا فِى عَفَاف كَانَ فِى دَرَجَةِ
الشُّهَدَاء “Çoluk-çocuğunun geçimini helalinden bulmaya çalışan, Allah yolunda cihadda bulunan gibidir. Nâmus çerçevesinde helalinden dünyalığı talep eden şühedâ derecesindedir.”17 ifadeleriyle de ahirette ihsan edilecek makam ve derecelerin yüceliğini müjdelemiştir. Yine;
اَلْعِبَادَةُ عَشْرَةُ اَجْزَاءٍ تِسْعَة مِنْهَا فِى طَلَبِ الْحَلَالِ
“İbadet on cüzdür. Bunun dokuzu, helal kazanç talebindedir.”18, buyurarak helal kazanç talebinin ibadetin aslı ve tohumu olduğunu;
مَنْ اَمْسَى وَانِيًا مِنْ طَلَبِ الْحَلَالِ بَاتَ مَغْفُورًا لَهُ وَ اَ بََْحَ وَاللَّهُ عَنْهُ رَاضٍ
“Bir kimse helal kazanç temin etmekten yorulup akşam evine döndüğünde yatsa, Allahü Teâlâ’nın mağfiretine uğramış olarak yatar. Sabahleyin ise Allahü Teâlâ kendisinden razı olmuş olarak kalkar.”19, mübarek beyanlarıyla da helal kazanç için çekilen her türlü sıkıntının rıza-i İlahiyi celbeden birer af vesilesi olduğunu bildirmiştir.


C- YEME İÇMEDE HELAL VE HARAMA DİKKAT ETMEK

Müslümanların her hususta haram ve helale riâyet etmeleri icap ettiği gibi hususi ile yeme içmede haramlardan kaçınmaya itinâ göstermeleri elzemdir.

Zira yenilen şeylerin ve alınan gıdaların, insanın maddi vücut yapısında ve teşekkülünde olduğu gibi, manevi terakkisinde de çok büyük te’siri vardır.


Onun için kişi önüne gelen ve eline geçen her şeyi değil, dinin müsaade ettiği şeyleri yiyip içmelidir. Çünkü yemek ve içmek, hayatın gayesi değil, gaye olan hakiki kulluğun vasıtasıdır.Haram gıda ile beslenen uzuvlar, bir fesat makinesi gibi şerre çalışırlar. Hatta bu durum kişinin sulbünden meydana gelecek olan çoluk çocuğuna dahi sirayet eder.

Helal ve temiz yiyen insanların âzâlarında hayırlar ve faziletler tezahür eder. Helal ve temiz yiyenin bünyesi sağlam, karakter ve seciyesi metin, kalbi huzurlu, ibâdeti güzel ve duâsı makbul olur.
Ashabın büyüklerinden Sa’d bin Ebi Vakkas (r.a.) Hazretleri Peygamberimiz (s.a.v)’e gelerek “Ya Rasülallah! Dua buyurunuz da ben duası makbul olanlardan olayım.” dedi. Peygamberimiz (s.a.v.) de ona:“Ya Sa’d, helal ve güzel (olan, haramdan arınmış olanı) ye, duan kabul olur.”20 buyurdular.
Fudeyl (r.a.) “Karnına gireni bilmiş olan kişiyi Allahü Teâlâ’nın melekleri sıddıklar saffına yazar. Bunun için yediğin lokmayı bil” diye buyurmuştur.
İyilikler daima iyiliği, kötülükler de daima kötülüğü celbeder. Bütün günahlar kalbi karartır, katılaştırır ve ibadet yapma zevkine mani olur. Ancak buna en çok müessir olan haram lokmadır.
İbrahim Bin Ethem Hz. “Kemale erenler, ancak midelerine girenlere dikkat etmekle kemale ermişlerdir.” der. Abdullah Bin Abbas (r.anhüma) da “Midesinde haram lokma olan kimsenin ibadetlerini Allah kabul etmez” 21 buyurmuştur.
Her müslümanın hususiyle maneviyat erbâbının, gıdalarının helal ve temiz olmasına dikkat etmesi lazımdır. İslam büyükleri, çarşıda gelişi güzel yerlerden, ne olduğu bilinmeyen şüpheli şeylerden yeme ve içmenin ilim ve maneviyat ehli kimseler için büyük zararlara sebebiyet vereceğini haber vermişlerdir.


D- ŞÜPHELİ ŞEYLERDEN UZAK DURMAK


Haramlardan kaçınmak icap ettiği gibi şüpheli şeylerden dahi sakınmak gerekir ki buna vera’ denir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.):
نَِِّ الحَلاَلَ بَيِّن ، و نَِِّ الحَرامَ بَيِّن ، وَبَيْنَهُمَا مُشْتَبِهات لاَ يَعْلَمُهُنَّ كَثِير مِنَ النَّاسِ ، فَمَنِ اتَّقَى الشُّبُهَاتِ ، اسْتَبْرَأَ لِدِينِهِ وعِرْضِهِ ،
وَمَنْ وَقَعَ ف الشُّبُهَاتِ ، وقَعَ ف الحَرَامِ ، كالرَّاعِي يَرْعَى حَوْلَ الحِمَى يُوشِكُ أَنْ يَرْتَع فِيهِ ، أَلاَ و نَِِّ لِكُلِّ مَلِك حِمًى ، أَلاَ وَ نَِِّ
حِمَى اللَّهِ مَحَارِمُه ...
“Helaller bellidir, haramlar bellidir. İkisinin arasında müştebihat (haram olup olmadığı belli olmayanlar) vardır. Bunları insanların çoğu bilmez. Kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, ırzını ve dinini korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere dalarsa, harama düşmüş olur.

Korunun (girilmesi yasak olan mahal) etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi, çok sürmez (oraya dalar) oradan (haramdan) da yer. Uyanık olunuz! Her hükümdarın bir korusu vardır. Gözünüzü açınız! Allah’ın yer yüzündeki korusu da haram kıldığı şeylerdir.…”22 buyurarak şüpheli şeylerin harama açılan bir kapı olduğunu ifade etmiştir. “Kişi mahzurlu olan şeyden korkarak, mahzursuz olanı terk etmedikçe gerçek takvaya vasıl olamaz.”23, hadis-i şerifleriyle de mübahlarla fazla meşguliyetin harama davetçi olduğunu, buna dikkat etmedikçe hakiki takvaya ulaşılamayacağını haber vermiştir.
Bu hususta İmam-ı Rabbânî (k.s.) Hz. şöyle buyurur:
وَلَمَّا كَانَ اْلاِجْتِنَابُ عَن فُضُولِ الْمُبَاحَاتِ بِالْكُل يَّة فى جَمِيعِ الْأ وْقَاتِ خُصُو اًَ فىِ ه ذَا ال زَّمَان مُتَعَسِّرًا وَعَزِيز الْوُجُود ، لَز م الْاِجْتِنَابُ عَن الْم حَرَّمَات وَتَضْيِيقُ دَائِر ة ار تِكَابِ فُضُولِ الْمُبَاحَاتِ مَهْمَا أَمْكَن ، وَأ نْ يَكُونَ نَادِم ا عَلَى ه ذا الْاِرْتِكَابِ و مُسْتَغ فِرًا
مِنْهُ دَائِمًا ، و أَنْ يَلْت جِئَ وَيَتَضَرَّع لَِِ اللهِ تَعَال فىِ جَمِيعِ الْأَوْقَاتِ مُعْتَق دًا أَنَّ ه ذَا اْلاِرْتِكَابَ لِفُضُولِ الْمُبَاحَاتِ فَتَحَ باَبَ الدُّخُول حَوَالِىَ الْمُحَ رَّمَاتِ
“Bütün vakitlerde hususiyle şu vakitte mübahların fazlasından bil-külliye kaçınmak zor ve çok kıymetli olunca, haramlardan kaçınmak ve mübahları fazlaca irtikap dairesini mümkün olduğu kadar daraltmak lâzım geldi. Mübahların fazlasını işlemek üzerine pişman olmak ve devamlı istiğfar etmek ve mübahların fazlasını işlemenin haramlara giriş kapısını açacağına inanarak vakitlerin tamamında Allahü Teâla’ya yalvarmak ve ona sığınmak lazımdır.”24


Süleyman Hilmi Tunahan Essilistrevi Hz. de (k.s.): Maharimden ber vech-i kemal ictinap da fuzul-i mübâhâttan ictinaba ve zaruret miktarı ile iktifaya vabestedir.

Zira mübâhâtın irtikâbında vâki’ müsamaha umuru müştebihe’ye îsal eder.

Müştebihât ise harama yakındır. Kemâl-i verâ’ ve takvanın husulünde mübâhâttan zaruret miktarı ile iktifa elbette lazımdır.

O dahi kulluk vazifelerini eda niyeti ile meşruttur.

Fuzûl-i mübâhâttan bi’l-külliye ictinap her vakitte, ale’l-husus bu vakitte nâdiru’l-vuku’ ve azizü’l-vucuddur.”25


Yani, “Haramlardan kâmil manada kaçınmak mubahların fazlalarından kaçınmaya ve zaruret miktarıyla iktifaya bağlıdır.

Zira mübah olan şeylerde müsamahalı davranmak şüpheli şeylere götürür, şüpheli şeyler ise harama yakındır.


Kamil manada verâ ve takvanın hâsıl olması için mubahlardan zaruret miktarıyla iktifa etmek lazımdır. Zaruret miktarıyla iktifa etmek de kulluk vazifelerini eda etmek niyetiyle şart kılınmıştır. (Yani kişi mubahların zaruret miktarından, kulluk vazifelerine güç ve kudret bulabilmesi niyetiyle istifade edebilir.)…”, buyururlar.
Hz. Ebu Bekir (r.a.) bir gün kölesinin getirdiği sütten içmişti. Hemen kölesine, “Bunu nerden aldın?” diye sordu. Köle “Kehanette bulundum, karşılık olarak bunu aldım.” dedi.
Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir (r.a.), içtiği sütü midesinden çıkarmaya çalıştı. Sonra: “Allahım! Midemde kalıp damarlarıma karışan kısmından sana sığınırım.” dedi.26
İbn-i Mübarek (r.a.) şöyle buyurur: “Ben şüphe ettiğim bir akçeyi sahibine geri vermeyi on bin altını sadaka vermekten daha çok severim”.
Bişr-i Hafi Hz.’nin kız kardeşi, Ahmet bin Hanbel Hz.’ne gelerek: “Ya İmam, ben çok defa dam üstünde iplik büküyorum, bazen de birileri ellerinde meşaleler olduğu halde oradan geçiyorlar ve elimde olmayarak o ışıktan istifade ediyorum, bu ipliğe haram karışıyor mu?” deyince, Ahmet bin Hanbel Hz. hıçkıra hıçkıra ağlar ve: “Şüphenin bu kadarcığı bile bulaşmış olan şey, Bişr-i Hafi’nin hanesine girmemeli” fetvasını verir.27
İbn-i Harun anlatıyor. “Bir gün İmam-ı Âzam Hz.’ni bir zâtın kapısının önünde, güneş isabet eden bir mahalde otururken gördüm. Selamdan sonra, niçin gölgede oturmadıklarını sordum. Cevabında ‘Bu hâne sahibinden bir miktar alacağım var. Onun için duvarının gölgesinden menfaatlenmek istemiyorum. Çünkü bu, fazlalıktan bir menfaat talebi kabilinden olup, verilen borcu fâize çevirebilir. Yanlış anlaşılmasın, ben herkes hakkında bu kadar ihtiyatlı hareket etmeyi vacip görmüyorum.
Fakat âlimlerin, halka tavsiye ettikleri güzel amelleri yapmakta daha ziyade itina göstermeleri ve daima azimetle amel etmeleri gerekir.’ buyurdular.”28
Hz. Ali (k.v.) buyururlar ki: “Helalden gelen malın hesabı, haramdan gelen malın azabı vardır”