Hazır | Konular | Kitaplar

Spor ve Tarihi Seyri, Geçmişten Günümüze Türk Sporu

Spor denince akla pek çok çeşidi ve kolları bulunan (deniz sporları, atletik sporlar, dövüş sporları, takım sporları vs.) bir “hareketler bütünü” ve tabii eğlence geliyor.




Bütün dünya toplumlarının itibar ettiği, ya bizzat yaptıkları ya da seyrettikleri bir eğlence.




Eğlence olmaktan çok aslında bir nevi beden terbiyesidir spor.


Bu manada tarihte örnekleri fazlasıyla mevcut. Konu spor olunca yazılacak şey ne olursa olsun “popüler” oluveriyor tabii! Zira o derece girmiş hayatın içine.



Bundan hemen hemen 90 yıl önce bir gazetede “Burhaneddin” imzasıyla kamuoyuyla paylaşılmış bir makale bu popülaritenin o dönemde de var olduğunu gösteriyor.




Önce Tarif


Önce sporun kökenini bulup tarifini yaparak başlayalım.

Kelime lügatlere bakılırsa Fransız asıllı; desport kökünden Orta İngilizceye “disporte” şeklinde geçmiş ve sonra kısaltılarak “sport” oluvermiş.




Ötüken Türkçe Sözlük ise kelimeyi açıklarken “ansiklopedik” bir yaklaşım sergilemiş:

“Güç, hız, çeviklik, dayanıklılık vb. yanında cesaret, fedakârlık, dürüstlük gibi nitelikler kazandırmak suretiyle beden ve ruh sağlığını geliştiren, kurallara bağlı ferdî hareketlerle ikili, takımlar veya topluluk halinde yapılan beden hareketlerinin ve yarışmaların tamamı”.



Bu açıklamada ayrıca dikkati çeken iki önemli madde var:
ilki sporun “beden ve ruh sağlığını geliştiren” bir meşgale oluşu, diğeri ise sporun bir “yarışma” olması.







Ötekinin Sporu, Berikinin Sporu



Sporun köken ve mahiyeti hakkında bu kadar izah yeterlidir sanırız.

Şimdi şurasını açıklığa kavuşturalım: Her ne kadar türlü şubelere ayrılsa da aslında hemen her kıtada; daha özele inelim.

Neredeyse her ülkede popüler olan ve yapılış tarzıyla o ülke insanının karakterini yansıtan sadece birkaç spor var dünyada.


Kuzey Amerika’da basketbol ve Amerikan futbolu, Avrupa’nın güneyinde ve ortasında genellikle futbol, Avrupa’nın kuzey kesimlerinde buz hokeyi, Uzak Doğu’da muhtelif dövüş sporları vs.


Saydığımız hemen her sporun; yapıldığı ülkelerin coğrafyasıyla, yapan toplulukların tarih ve kültürleriyle, hayat anlayışıyla ilgisi var.





Bizim Sporumuz


Akla ilk gelen birkaç coğrafyadan sonra kendi toprağımıza dönelim ve bizim sporlarımıza bakalım şimdi de.


Bizde spor denince akla ilk gelen elbette güreş ve binicilik.


Öteden beri yiğitlik ve celadetleriyle nam salan ve “doğuştan asker” kabul edilen Türklerin güreş gibi çeviklik, bir parça adale ve tabii zekâ gerektiren bir sporla hemhâl olmaları ve şöhret bulmaları boşa değil.


Ayrıca bir zamanlar geniş bozkırlarda yaşayan ve her yıl en az iki defa göç eden ecdadımızın ilk defa ve bizzat ehlileştirdikleri Orta Asya’nın en namlı ve en asil hayvanı olan atla ve dolayısıyla binicilikle meşgul olmaları tabii kabul edilmeli.




Türkiye’de milyonları heyecana sevk eden şey bir güreş müsabakasını ya da mesela “cirit” vesaireyi seyretmek değil, futbol seyretmek!




Nasıl Spor?


“İkisi de spor, ha birini ha ötekini seyrediyoruz; ne farkı var” diyenler olabilir.


Var efendim; çok fark var: Mesela güreş, seyrettiğimiz bir spor olarak, yalnızca “heyecan arzumuzu” tatmin ederken futbol, izleyenleri başka bir surete, başka bir kimliğe büründürüyor.

Bu hususta yukarıda zikrettiğimiz Burhaneddin Bey’e ait makaleden bir iktibas yapalım:
“Sporda ‘heyecan sevdası’ yalnız sporu yapanın değil, seyredenin, idare edenin, hatta onun menkıbesini okuyanın da başını yakar.


“Faraza bir futbol oyuncusu bu heyecanı müsabakaya girinceye kadar günlerce çeker; oyuna başlayınca onun için heyecan artık bir kavgaya dönüşür.

Fakat bî-çare seyircinin vaziyeti ne kadar elimdir.


Elinden ne gelir ki? O yalnız seyreder, çırpınır, bağırır, ne söylediğini, ne yaptığını bilir; hasta gibidir.


Çok kere elini ısıran, yanındakini çimdikleyen, önündekinin başına yumruk vuran seyircilere tesadüf edilir; onlar, uzaktan sevdalıdır.”...


(Bu makalenin Devamı YEDİKITA Dergisi’nde...)

Çok değerli bilgilerle mücehhez olan bu dergiyi hararetle tavsiye ediyoruz.

Heyecan ve Şiddet Arasında
SPOR